11 Kasım 2013 Pazartesi

Kalbim Ellerimin Arasında...


Çocuktum.
Yani dün gibi...

hep bir umudun peşinden koştum,
futbol topunun değil .


Umut dolu yolculuğuma,
hayallerimi yol yaptım.
Soğuk bir taşıta bindirdim,
valizlere sığmayan umutlarımı,
ve sonu hiç görünmeyen hayallere yolculadım.

Bir sır perdesi aralandı,
ömrümün en güzel bahçesinde,
hayatı dolu dolu yaşama heyecanıydı gülüşlerim,
acıya nazır günlerin inadına...
Ve bir umut,
giden o yolcuyu bekledim,
soğuk ve ıssız tren istasyonlarında...

Şimdilerde umut,
hain bir bahçivan en güzel çiçeklerimi solduran,
gönül bahçemde ne ektiysem onu biçmek isterdim,
odur belki gözlerimi dolduran.

Gözleri dolu dolu bakan bir çocuktum,
her mevsimi tadında yaşayan.
Gün battı ben geceyi soludum,
ve yine gün battı ben geceyi solurum.
Ay yüzünden bir parça daha nefes olurum,
her gün sana solan.

Gülüşlerin,can çekişim olsun,
yinede sen gül isterim.
Gözyaşlarım sana sel olsun,
sen hiç solma isterim.
Bir parça daha umut olsa,
hiç durmam yine sana gelirim,

kalbim ellerimin arasında...

Rkη İhtiyat!



Senin Korkuların , Benim İnceliğim ...


Ayrılık ne biliyor musun? 

Ne araya yolların girmesi ,
ne kapanan kapılar , 
ne yıldız kayması gecede, 
ne ceplerde tren tarifesi, 
ne de turna katarı gökte.

İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!

İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini,
birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine.
Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken,
duvarlara dalıp dalıp gitmesi.
Türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık.
Saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin.
Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun.
Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya.
İki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı,
hüznün arması ayrılık.

O küçük ölüm!

Usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.

Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından gidip ağzını yıkadığında başlamıştı.
Ben bulutları gösterirken,
“bulmacanın beş harfli yemek sorusuna” yanıt aramanla halkalanmış,
“Aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı”
türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş,
Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını bir kenara itip,
“bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı? ”
diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan.

Şimdi anlıyormusun gidişinin neden ayrılık olmadığını,
bir yaprağın düşmesi kadar ancak, acısı ve ağırlığı olduğunu.
Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını.
Boşluğa bir boşluk katmadığını, kar yağdırmadığını yaz ortasında....

Ne mi yapacağım bundan sonra?

Ayak izlerimi silmek için sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce.
Şiir yazmayacağım bir süre,
Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce sararsınlar diye.
Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim.
Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim.
Falcı kadınlara inanmayacağım artık.
Trafik polislerine adres sormayacağım,
Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye....

Ne yapacağımı sanıyorsun ki?

Tenin tenime bu kadar sinmişken,
ömrüm azala azala önümden akarken,
gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken..
Senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime,
bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağım.

28 Ekim 2013 Pazartesi

Rkn İhtiyat ''Arkadaş''


Çok Seversin arkadaş ,
öyle çok seversin ki 
hayatının amına koyar sen ''olsun canı sağolsun '' dersin.
öyle seversin ki gözünde öyle büyütürsün ki
göremezsin kabak gibi ortada duran gerçekleri 
aldırış etmezsin hatta sana öyle gelir ki ;
tüm dünya orospu çocuğuda bir o melek .

çok sevme arkadaş ! çok sevme ...
öyle aldanırsın ki , seni senden alıp gider.
senin o hayallerinin amına koyar gider.
ruhun duymaz arkadaş ! 
ayağının altından alırlar dünyanı , sen hala döner dersin.
halbuki dönmez bu amına koyduğumun dünyası ,
sen öyle sevmişsindir ki dünyan o olmuştur.
o yoksa sen hiç bir şeymişsin gibi gelir.
gelir geçer derler de öyle olmaz arkadaş !
sen bilmezsin üstüne yorgan gibi serilir o ayrılık şarkıları.
her yudumda , her lokmada kursağından geçer , hemde deler geçer.
sen aldırmazsın hatta ! seven sensen acısınıda çekersin.
zamanla alışırsın da derler , alışırsın da aslında.
bir bakmışsın yalın ayak basıyorsun onunla dolaştığın o kaldırımlara.

sen sanıyorsun ki oda sever , oda özler , onunda canı yanar.
bok özler lan , bok özler !!! 
sen her gece o leş gibi yastığa sarılıp ağlarken o gününü gün eder.
bir başkasına umut olur bir başka sabaha kalır .
sen çektiğinle kalırsın ortada dım dızlak .

öyle günler olur ki başını çıkarmak istemezsin dört duvar arasından.
zindan gelir sana tüm parklar bahçeler hatta birlikte gittiğiniz restoranlar,kafeler.
sen çektiğinle kalırsın arkadaş .
bir başkaları tutarda elinden sen öyle mal gibi bakarsın.
giden gitsin arkadaş , sen üzülme boşver .
gidenindir tüm yollar .

sen öylece dur orada hemde dimdik dur ki 
tüm gitmeler omuzlarda olsun ...

Rkn İhtiyat ''Arkadaş''

14 Ekim 2013 Pazartesi

'' Güz Sancıları ''


...Ve güz geldi . Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İncecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı,yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır ? 

Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz düşünün ki, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış,böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tutmak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların 

sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de? 


Yağmur yağıyor... gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...

Ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından? 

Dönelim...

Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bilincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dönelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil.Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim.
Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece. 

Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı.

Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden.Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa? 


Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim,özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, varolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya... 



Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir ? 



Susmak yalnızlığın ana dilidir,beni konuşmaya zorlama ne olur.Sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yüreğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...

Yalnızım,geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi karanlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün,yalnızım...Sularım toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle? 


Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok konuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü yasaklamalı yasaklamalı...Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri konuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten 

olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya... 


Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik sesten hele de güncel ve kof her zaman iyidir; düş gücü, iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık

izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de. 


Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek yaşamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz...



Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir parçamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hünerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...Kıyılarımız duygularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir; ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pencereye...Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek,bu ezbere yaşamla. 



Dünya bir testidir, de, ömür bir su...Sızar iğne ucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan...dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de... 



Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün kalıplarından. Beni duy ve anla.



Yağmur dindi. Gökyüzü masmavi gülümsedi yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa? 



Gökyüzünü öpmek isterdim , gözlerimle değil dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? Kim ne diyebilir ki?



Kimseler görmedi, bu dünyadan ben geçtim. İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim içinde senin ve benim ağırlığım benim olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına,ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kırıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.



Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın?



Güz Sancıları

27.02.2011

' Yüz/leşme''

Gitmek çok kolay,
bir adım atıyorsun yollar seriliyor önüne ,
bir adım daha atıyorsun yıllar geçiyor önünden .

Gitmek çok kolayda ,
ardına bakmadan , 
geride kalanı düşünmeden gitmek olay,

Dile kolay gitmek , yakıştıysa sana .
bir namludan çıkan mermi gibi gitmek , 
geri alınamayacak kötü sözlerin ardından çekilen eyvah gibi 
pişmanlığın acısında kavrulmak , geçmişte ıslanmak gibi.

Ayrılığa gebe git ,
tüm gelmelere inat.
Bir daha dönmemek üzere omuzlarda.

Git çünkü , 
bir daha yağmur yağmayacak buralara
bir daha şarkılar söylenmeyecek,
kahkahalar atılmayacak.
bir daha umut edilmeyecek yarınlar,
hayal falanda kurulmayacak bir daha.

Git,
Gitmek yakışır sana ,
verilen tüm sözlerin ardından.
Sözünde bir önemi yok ya ,
bastığın topraklardır imzan.

Git ,
çünkü gitmek yakıştı sana.

Rkn İhtiyat '' Yüz/leşme''

12 Temmuz 2013 Cuma

Öptüm seni , yokluğundan ...

Anlamını kaybetmiş bir merhaba daha 
sensiz ve neşesiz gelen geceye ,
Hüzün bulutları sizde hoş geldiniz , acılarımı da alın ve girin içeri.
Kokusuna bürünmüşsün yine rüzgar, ama hafiften esiyorsun , üşütme.
Üşütme dediysem ben iyiyim , buraları çok sıcak .
Cehennem nasıldır bilmem ama bir nevi azap.

Yine eliniz boş gelmişsiniz , hani cennet bahçesinden sidelyam ?
Hani göğü delen o kara gözler ?
Yine unuttunuz değil mi ? hemde benim aksime.
Olsun. Canınız sağ olsun , sağ olmayan dostların aksine.
Varlığınız yeter , uykularımı hapsetmeye.

Gelin şöyle baş ucuma,size anlatacaklarım var .
Dinliyorsunuz öyle değil mi ? sağırların aksine.
İyi dinleyin hemde , bu son gecem sizinle
Bir daha nefes almayacağım sizlerle.
Ve bu son konuşmamız olacak , ölürcesine susacağız , 
boş boş konuşanların aksine.

Bugün yine buradaydı tamda rüzgarın estiği yerde oturuyordu.
Kocaman gözleriyle gülümsüyordu bana , her zamankinden biraz soğuk.
Birazda lal.
Ben konuştum o dinledi ,
ben konuştum o gülümsedi.
Sonra sustuk uzunca , sözcükleri geçirdim kapıdan.
Usulca yaklaştı ve fısıldadı bana , '' ben aslında yokum ''
'' Fark etmez '' diye bağırdım , avazım çıktığı kadar .
Birileri duysun diye değil , ima ettim usulca.
Fark etmez dedim kendime , varlığına bel bağlamadım çünkü hiç kimsenin.
Aslında olmayanların fikrimde ne işi var ?
Aslında öyle değil , varlığı nefes yokluğu zulüm.

Tadında bıraktım yine zamanı , akreple yelkovanı misafir ettim sonra.
Biraz daha zaman geçirsinler benle dedim .
Nasıl olsa diner öfkem yine nöbetinden.
Korkmayın şimdi sakinim , bir çok şeyimi kaybettim.
Hiç bişey olmamış gibi davranmamı bekledi dostlar,
öylede yaptım uzun bir süre , tekil yaşadım kalabalıkların arasında.
Evdir , ekmektir ...
Birazda kendimle uğraştım tabi
Okşamasın diye saçlarımı kazıttım , 
Gülümsemesin diye hiç gülmedim hep kaşlarımı çattım.
Nefesten çok duman çektim ciğerlerime , biraz da o yansın diye.
Ama olmadı ,ben yandım yine .
Ciğerlerim parçalandı , maviyi kan gördüm .
Eksildim , bir yanım hala o yangınlarda.
Bir yanımsa gider adım uzaklaştı buralardan.
Gitmek yakışmadı , doğuştan eğrelti ayaklarıma...
Var edemedim hiç bir şeyi aslından ,
aslı gibi öptüm onu yokluğundan.
Ve uğurladım geceye , gönül limanımdan.

10.07.2013
''Öptüm seni, yokluğundan''
Rkn İhtiyat ( Hayatın Modifiye Hali )