23 Ekim 2018 Salı

Bayan Dünya !

Siz olmadıkça ben başlıksız bir şiirim çocuklar,oldukça şiir bile değil, doldukça şehir..
Güneşli bir soğuğun sabahında, yarım ekmekle kahvaltısını yapmadan evden kaçan oyunları oynuyoruz, çocukları saydım herkes burda..
Ölümden bir ölüm ertesinde, yarı çıplak koynuma giren ecel, tamı tamına iki saatlik tanrı gösterisi, biri eksik..
Oyunumuzun adı yok ama aşk de sen, sen hayat de, sen yaşamak de..
Körpe umutların becerildiği pitikare kaldırımlarda, sana döngel kerhanesinin hayalimdeki sahnelerini çekiyorum, oyun bu mazur gör..
Işıkçı henüz yok, güneşin doğmasını bekliyoruz hep beraber, yüzümüzde tatlı bir bekleyiş, el sallayacağız merhaba dünya, merhaba güneş! Merhaba çocuklar!
Kazma,kürek,halat,hal hatır hepsi avuçlarımızda ve bütün derin nefeslerimizi tutuyoruz, terleyeceğiz , yorulacağız ama devrilecek muallanın surları..
Yıkılan surlardan birer kare alacak herkes ve her bir fukara kapısına beyaz kağıtlar içinde paketleyip kaçacağız, kaybolan düşlerin yapbozu! Seviyoruz bunu, tamamlamaya öncelik..
Geceden kalma yatak kırışıklarının üzerine ütülü gömleklerimizi de armağan edeceğiz , barış sembolüdür sevişikliğinizin.. Savaş sebebidir değişikliğiniz..
Islık çalmasını iyi bilen bir çocuk önümüzde yürüyecek, politik bir melodi değil, yorgan altı bir çığlığı duyarsak , boğulursa bir yaşam daha kıçı kırık pire yüzünden gözümüz kararır, çal çocuk ıslığını, çağır güneşi.. İçli çal, yanık oku..
Çocuklar isterse, çocuklar severse , çocuklar ölürse bir hayatı bulur avuçlarında ezgisini yitiren besteler.. Biz küçüğüz, dünyamız kadar küçücük, bebek elleri kadar minicik..
Şu geleceğin içinin boş olduğunu bilmesek, oturup inanacağız ders çalışacağız hatta , eğitim sistemini çökertmeden , doktorlar öğretmenler olarak dağıtacağız surlarımızı..
Çocuklar, ah çocuklar, bir geleceği bir bilgiyi elinin tersiyle itip ne de güzeldir oysa dersi kaynatmak..
Sizinle bir dirilişi , bir aydınlığı canlandırıp bütün sokak lambalarının içine güneşi saklayacaktık biz gece ve gündüz eşit olmalı hülasa..
Engelsiz bir çukura, apansız bir hastalığa yahut bir maganda kurşunun tam ortasına bir alın düşmesin diye gözlerinizde milatlandıracaktık, midesi bulanıklığını anarşizmin..
Sizler mazoşist,sizler sadist, sizler paranoyak veya şizofreni olmayın diye siyahı öğretmeyecektik dilinize..
Eliniz silah,eliniz bıçak tutmasın diye herşeyi ölümsüz olarak anlatacaktık kalbinize..
Ayşeler, fatmalar,mehmetler..
Siz hapishanelerle çürümeyi hiç tatmayın, cam kenarı söylenen bir türküde içiniz yanmasın diye suyun saflığını gözlerinizde buluşturacaktık.. Tanışın içinizle!
Kader sizi eline almasın,siz kaderi elinize alın diye ellerinizin ne kadar büyüyeyebileceğini anlattık, bir defa açılan kucağa koca bir dünyayı sığdırabileceğinizi anlattık , gözlerinizin dünyadan daha büyük olduğunu anlattık, anlamadınız , anlamadınız , anlamadınız!
Hiç bir romanda kahraman, sevdiğine kavuşmayacaktı çünkü dram kalbin tam ortasından yaralamak için en iyi ritüel kavram dedik , dinlemediniz!
İstedik ki romanları düşleyip, normal hayatınızı dram rütbesine eriştirmeyin, acıyı gözlerinize iliştirmeyin, sancı karnınızda yer etmesin, kahır dolmasın mektubumuz..
Sessiz sedasız terketmeyin mahalleyi, şehri sessiz bırakmayın, sedaları gökyüzüne ve edaları dişinize takın istedik, küfür edin ama ananızı karıştırmayın dedik , vedaları sevmeyin, salalara şükredin , gözlerinizi terletmeyin istedik..
Bizim suçumuz, biz hep söyleyip hep istiyorduk..
Terkediyorduk, aşkları, sokakları , yaşamı..
Susun, hepiniz susun, sitemlerinizi ikinci el pazarına saklayın..
Biz hep beraber istedik, hep birlikte yarattık dünyanın yeni halini, değiştirebiliriz..
İnanmakla başlayalım evvela , dramıyla , kavgasıyla. Bu dramda bizim , kavgada..
Şimdi dağılın, oyun bitti.
Siktirin gidin maskelerinizin altına..
Yarın görüşmemek üzere, gözlerinden öpüyorum bayan dünya..



28 Ağustos 2018 Salı

Yanlızca Dünya'ya Bir kere Geliyor İnsan.

Selam şuursuzlar,

Evlilik hakkında ki düşüncelerimi biliyorsunuz az çok. Velhasıl şu kızların "ama aşkomm ben bir kez evleniyorum şımarıklığı" artık bir son bulmalı... tamam anladık bi kere evleniyorum diyerek damat beye duygusal sömürü yapıp kanına giriyorsun ama acaba erkekler yüzkez mi evleniyor ?

Ayrıca "bir kere evleniyorum aşkom yooaa, herşey hayalimdeki gibi olmalı" diyerek damat bey'i binlerce lira borcun altına soktun peki ya o düğünden 1 hafta sonrası düşündün mü hiç şımarık kız?
Balayı bitmiş evde sabah sabah seda sayan izleyen kadınsın artık haftaiçi... nerde o geçen haftaki prenses lan?bu mu rüya gibi hayatının başlangıç haftası? bu yüzden mi bacağım kadar borca soktun o adamı? hay peri masalınıza sizin.
hep bunlar tv ve sosyal medya yüzünden hep. görüyorlar demet akalının yada bir holding sahibinin çocuğunun düğününü falan, özeniyorlar. birisinin bunlara Türk erkeklerinin çoğusunun karun kadar zengin olmadığını, hiç azımsanamayacak bir kesimin düğünü bankadan kredi çekerek yapıp 3-4 sene onu faizi ile ödediğini hatırlatması lazım.
Hayır desen ki kız tarafına " bana kredi çıkmıyor siz çekin ben öderim" vallahi anında toz olurlar. ee hani bir ömür hastalıkta sağlıkta birlikte olacaktık kredi lafına duyunca kaçtınız?
He aradan 3-5 ay geçtimi de kadın tarafı başlıyor " yok kocam eskisi gibi değil yok kocam artık çok değişti" ee ne olacaktı yapraamm? adamı o kadar borcun altına soktun doğal olarak o borcun o banka kredisinin getirdiği sinir ve stres o adamı etkiliyecek.
sonra vay efendim boşanma oranları şöyle, yok evlilikler ayakta kalmıyor yok ocaklar sönüyor.

ya ne olacaktı? düğün gününü böyle isteyen insan, senin maddi duruma bakmadan sırf eşe dosta hava atacak diye sana binlerce lira harcatan insan iler ki dönemde kötü günlerde yada maddi zorluk çektiğiniz dönem de yanında durur mu? .
paraçokomel işte.

Yalnız , çalışan işinde gücünde olan kadınları tenzih ederim, zira çalışan hatun paranın kıymetini bilir, böyle şımarıklıklara girmez.
sırf bir gelinliğe yumurta kabuğu beyazı değil de buz beyazı diye ya da duvağı biraz daha cafcaflı diye damadın bi dünya fazla para ödemesini isteyen ve hayatta o erkeği kendine aşık etmekten başka hiç bir başarısı olamamış kezbanlara sözüm.

son olarak, yanlızca dünyaya bir kere gelir insan , her şeyin ikinci bir şansı varken.


selametle...


17 Nisan 2018 Salı

Sorun Sende !


Merhaba kaynatasızlar,

Devletin elinin değdiği yerde liyakat olmuyor, insan ilişkileri ve otoritenin ideolojisine sadakat belirleyici kriter oluyor. Özel sektörde kar maksimizasyonu amaç edinildiği için liyakat daha iyi işliyor fakat maliyet minimizasyonu adına, çalışan birçok ağır sorumluluğa mahkum edilip hayatını yaşayamayacak denli sömürülüyor.

Yetenekli insanların değil; tembelliği ve vasıfsızlığıyla var olabilmek için karaktersiz olmaya mahkum olan orospu çocuklarının kaybettiği ve bunalıma girdiği bir dünyada yaşasaydık her şey ne farklı olurdu. Lakin bu hiçbir zaman mümkün olmayacak.

Ben bu sorunların kökenini sistemlerden çok insan doğasında arıyorum.

Misal Fight Club'da kapitalizm-anarşizm çatışması üzerinden verilmek istenen bireyci bir mesaj var: Kapitalizme isyan edenler de bir süre sonra kendi sürülerini oluşturuyorlar, zira kendine mürit arayan Tyler, mürit seçiminde kapısının önüne dizilen herkesin egosunu incitecek küfürler ediyor, sadece sağlam bir benlik sahibi olmayanları bu sürüye dahil ediyor, tıpkı bizdeki tarikat, dergah ve siyasi partiler gibi... Hatta filmde ölen tek kişi şişko Robert Paulson'du ve anlatıcı (Edward Norton) da bu ego incitici seçim esnasında pes edip evine dönmek üzere olan Robert'ı "bunların hepsi numara, biraz daha sabret" deyip ikna ediyordu, sonucunda filmde ölen tek kişi de Robert oluyordu, belki de yeterince ego sahibi olduğu ve karakterli bir insan olduğu için iyi bir mürit olmayı başaramayıp kolektif bir eylemde ölmüştü. Müritlik, haysiyeti ve karakteri olan insanlara uygun değildir. Filmin ilerleyen bölümlerinde de Edward Norton artık işlerin çığrından çıktığını; Tyler'ın kurduğu anarşist ekibin de kayıtsız koşulsuz mürit olan bir sürüye dönüştüğünde fark ediyor, tıpkı kapitalist düzene ve otoriteye mürit olan sürü gibi...

Her siyasi ve ekonomik sistem kusurlu olmaya mahkum olacak ve bu zorunlu kusurluluğun sebebi tamamen insan doğasında. Determinist yaklaşmıyorum, zira böyle olmayı seçen insanların çoğunluğudur, çoğu insan özgür iradesiyle karaktersiz olmayı seçiyor. Bir kesimin nefret ettiği, bir kesimin taptığı liderler sadece popüler örnekler ve günah keçileri. Zira bu adamlar da bizim, insanların arasından çıkıyorlar.

Kolektif bir kurtuluş hiçbir zaman olmayacak, ancak özgür iradesiyle karakter sahibi ve üretken olmayı başaranlar birey olarak kendini kurtarabilenler olacak. Bu insanlar liyakatın işlemediği, işlese de çarpık işlediği bu toplumda daima diğer insanların saldırısına uğrayacaklar. Çünkü tek başlarına var olabilmek için diğer insanlara dalkavukluk yapmaya ve kolektif hareketlerin bir parçası olmaya mahkum olan bu kıskanç yeteneksiz sürüsü, yok olma korkusuyla daima kendi varlığına tehdit oluşturanlara karşı saldırgan olacaklar.

Bu, ömürleri leş kitle ile mücadele ederek geçmiş olan ve bu sebeple çoğu zaman üretkenlikleri ve hayatları zedelenmiş olan cesur ve güçlü insanlar olmasaydı, belki de şu an insanoğlu olarak karnımızı doyurmak için hala kesici aletlerle ava çıkıyor olurduk.

Ne ekonomik ya da siyasi sistemler, ne de kötü liderler bunun sorumlusudur, çarpık oldukları için elbette karakterli insanlar bunlara karşı çıkmalıdırlar, lakin bunu yaparken esas sorunun birey bazında insanlardan kaynaklandığını bilmeliler.

Bunları söylerken, insanlığa faydası dokunan her insanın, diğer insanlardan faydadan çok zarar gördüğüne adım kadar eminim.

Halka rağmen, kendiniz için bir şeyler yapın. Ben pes etmeye meyilli güçsüz bir insan olsam da, belki de bu yönde tavsiye vermeye yüzüm olmasa da, ölümün olduğu dünyada karakterli durup iyi işler yapın demekle yükümlü hissediyorum kendimi.

Ölüm var, karakterli olun. Ölüm var, iyi işler yapın. İnsanlara rağmen.

"...Allah, bir toplumun mâruz kaldığı şeyleri, onlar, birey olarak içlerindekini/birey olarak kendilerine ilişkin olanı değiştirmedikçe, değiştirmez." - Rad 11'den

Saygılarımla.




12 Şubat 2018 Pazartesi

Unutuyorum ama , bazen ...

o kadının unuttuğunu biliyorum artık,
hem o kadın, hiç düşünmezdi kendini , gerçi o bunu bilmiyordu.
olduğu gibi kendini, içimde unutmasına ben de kızdım tabi.
ama buna ben izin verdim.
ulan ne çok babama benzedim,
hem izin verip hem kızıyorum.
o kadar olmaz be dedim,
yuhh sana dedim,
zaten ben hep derim.
ama artık önemsemiyorum, dediklerimi de unutuyorum iki dakika sonra...
bu kadının yüzünden hakim bey...
ne hakimi yahu, neyse.
ne demiştim?
ha demiştim ki , zaten ben hep derim böyle...

iki kadeh rakı ile akordunu yaptıktan sonra gırtlağımın,
tahtası çürük kemanda kendi kendine bir şeyler söylemeye başlıyor.
ona da kızarım, eşlik ederim .
hatta iki kadehin üstüne meze olsun diye ,
şarkı bile söylerim.
kavga ederiz bazen şarkı beni söyler,
ki bazıları var arasında dinime imanıma bile söver.
üstümü başımı yırtar bazen de şarkılar.
üçüncü kadehe saygısızlık olmasın diye,
gider üstümü başımı değiştiririm ben...
kollarımı kaldırırım ve yüzümü eğerim yere doğru,
boynu dar yoksa giyemiyorum kazağı.
yere takılır gözlerim bir süre, yere atılırım.
o halı,
halı desenleri,
garip şekiller,
bu halıyı ne zaman almıştım ben?
dedim ya unutuyorum,
sen bu halıya mı basarak gitmiştin?
kollarımı indiriyorum kaldırdığım yerden,
kaldığım yerde kolumu da unutabiliyorum...
ulan sen yoksa bu kapının mı kolunu kırdın giderken?
duvardaki saatte ne garip bu aralar,
bazen o salak da bana benzemeye çalışıp unutuyor kendini.
hep aynı yerde takılıp kalıyor,
sen o saatte mi gittin? hatırlamıyorum ki...
dedim ya ben de takılıp kalıyorum yere.
kafamı vurduğumdan olsa gerek hatırlamayışım...
bazen ayağımı takıyorum telefon kablosuna, sesin düşüyor.
bazen de seninkilerin dizini kırıp sesine takıyorum ayağımı,
en azından benimkiler senden daha yavaş gidiyor,
birden gitti mi sesin, sesim kesiliyor,
sonra onu da unutuyorum ya neyse, saçmalık bu...


kalkıyorum zar zor,
ayakkabılığa bakıyorum sonra, buradan mı aldın sen ayakkabılarını?
ben yalın ayağım da bu ayakkabılık bile sarhoş olmalı...
almış üzerine bir sürü ayakkabıyı giymeye çalışıyor, vay salak vay!
o öyle mi olur hiç dedim hepsini attım üzerinden.
bizim mahalle buna cinnet diyor, anlamıyorlar!
ayakkabılık bile bana benzemiş, bir sürü bağ dolamış boynuna intihar ediyor...
ki ben bunu onun yüzüne de söyledim, bak yavrum! birden fazla intihar gerçekten giyilmiyor.
neyse işte kadın bazen sarhoş oluyorum , elimde değil...
kısık sesli küfürler ediyorum , kemanlar şarkılar hep birlikte kor oluyoruz,
akordu yapabildiğim zaman koro olduğumuz da oluyor,
ama merak etme iyiyim sevgilim, anormal bir durum yok.
içiyorum bildiğin gibi... 
bilmediğin gibi sarhoş oluyorum,
bazen açamıyorum rakı şisesini ve kendimi,
şişeyi kafasından bıçaklarken yakalıyorum...
kendi kendime kumar bile oynuyorum artık...
herşeye bir kulp bulmuyorum,
intihar etmeyi falan da bıraktım...
kumar blöf işi sevgilim,
söyle bakalım ne var elinde,
beni elinde as!
neyse bazen bir iki harf de unutuyor olabilirim,
benim elimde as var,
ulan bak yine unuttum!
benim elimde aşk var!
-heh, oldu...

gülme, biliyorum kaybedeceğim...
hem ben bazen kaybettiğimi bile unutuyorum...
unutuyorum ama, bazen ...