31 Mart 2022 Perşembe

Onca Nimet Varken Kul Hakkı Yiyenler !



Selam kaynatasızlar ,

Gelin size Türkiye’nin ilk teknoloji mağazası Bimeks’in batış hikayesini anlatayım.







*80’lerin başı.. Robert Koleji’ni bitiren inşaat yüksek mühendisi Mehmet Murat Akgiray birkaç ortağı ile inşaat projeleri yaparken kardeşi Vedat Akgiray ABD’de öğretim görevlisi. O dönemde Murat Akgiray’ın bir yazılıma ihtiyacı vardır ancak Türkiye’de bu yazılım çok pahalıdır. Amerika'daki kardeşine sorar fiyat farkını öğrenince ürünü önce getirtip ardından ithalatına başlar. 

İnşaat projesi ortaklarından ayrılan Murat Akgiray ve Vedat Akgiray 1990 yılında Kadıköy'de bir mağazada bilgisayar ürünleri satma kararı alırlar ve böylece BİMEKS kurulur.
Buraya kadar hikâye ayrıcalıklı sınıftan gelmiş iki kardeşin hem entelektüel birikimlerini hem de sermayelerini Türkiye’deki birçok sermayedar gibi yurtdışından transfer fikirlerle kullandıklarına işaret ediyor. Sermayeyi büyütmek için elbette daha fazlası gerekmekte.. 

*Sene 1993… 
BİMEKS tarihinde önemli yıllardan biri, aynı zamanda Türkiye’de tarikatların holdingleşme dönemi. Mehmet Murat Akgiray önce İhlas-Acer Holding ortaklığı, daha sonra TGRT Genel Müdürlüğüne geçiyor. Burada bir parantez açalım. İhlas Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı Enver Ören aynı zamanda Işıkçılar tarikatının lideri. Işıkçılar tarikatı, Şeyh Abdülhakim Arvasi (Üçışık) tarafından temelleri atılmış fakat onu gün yüzüne çıkaran ise kurucusu ve Arvasi’nin öğrencisi Hüseyin Hilmi Işık olmuştur. Enver Ören, aynı zamanda Hüseyin Hilmi Işık’ın öğrencisi ve damadı. ''Arvasi ailesini unutmayalım.''

*1995 senesinde 'faizsiz bankacılık' adı altında kurulan İhlas Finansın 2001 yılında kapatılması ile başlayan 75 bin kişinin mağduriyeti halen sürüyor. İhlas Holding YK Başkanı Enver Ören ve şirketin 6 yöneticisi, İhlas Finans’ta bir sıfatları olmadığı için davadan beraat etti. Enver Ören’in oğlu Mücahit Ören ise esas sorumlu olarak görülüyor. Mücahit Ören’in hükümet ile yakın ilişkisi hala sürüyor. O yıllarda Murat Akgiray, İhlas vurgunundan halkı soymayı öğrenedursun, BİMEKS işini Vedat Akgiray yürütmeye devam ediyor. 

*Sene 2009… 
Gelelim Vedat Akgiray’ın kariyerine. Kendisi bir taraftan Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü Finans Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yaparken diğer taraftan BİMEKS patronu olduğu yıllarda Recep Tayyip Erdoğan’ın özel çağrısı ile SPK Başkanlığı’na getiriliyor.Vedat akgiray SPK başkanı olduktan sonra BİMEKS hisselerini kardeşi Murat Akgiray’a devrediyor. 

*Sene 2011,yeni bir vurgun başlıyor.
BİMEKS, hisselerinin %30’unu halka açacağını duyuruyor. Murat Akgiray BİMEKS patronu, Vedat Akgiray ise SPK Başkanı. Akgiray kardeşler için işler tıkırında. Başlangıçta BİMEKS hisselerinin değeri uçuyor. Borsada alıcısı çok hisselerin...

Sonra birden şaibeli biçimde hisse değerleri düşmeye başlıyor. İkilinin hanelerine bir de borsa mağdurları yazılıyor. 2015 sonuna kadar görev süresi olan Vedat Akgiray, 2012 yılında SPK’deki görevinden alınıyor ve SPK tarihinde başkanlığı düşürülen ilk kişi oluyor...

*Sene 2013. 
Akgirayların imajı bir düzey çizilmiş, BİMEKS şaibesi sürerken taze kana ihtiyaç var. İşte bu esnada Murat Akgiray’ın oğlu, yeni star sahalara getiriliyor. “NASA’dan transfer edildi” denilerek parlatılan oğul Ahmet Akgiray, BİMEKS İcra Kurulu Üyesi olarak atanıyor.




Star çocuk akademinin de içinde, tıpkı amcası Vedat Akgiray gibi. Özyeğin Üniversitesi’nde “mikro dalgalar” üzerine ders veriyor. Yükselen BİMEKS, Eylül 2013’te Dixons Retail PLC’ye ait olan Electro World’ün Türkiye kolunun %100’ünü satın alıyor. 



BİMEKS bununla kalmıyor. Türkiye’de faaliyet gösteren teknoloji perakende zinciri Fransız Darty’nin de Türkiye’deki mağazalarının 28’ini satın alarak bünyesine katıyor.

*Sene 2016… 
BİMEKS işçileri soygunu başlıyor. İşçilerin maaşları ödenmiyor, Murat Akgiray maillerinde dini referanslara yer vererek işçilere “aynı gemide” olduklarını söylüyor, dişlerini sıkmalarını istiyor. Bu arada mağazadaki ürünler peyderpey kaybolmaya başlıyor.

Aynı yıl, genel merkezi Almanya’da olan Alcan Systems GmbH adlı bir şirket ortaya çıkıyor ve Yazbim gibi bilançoda görünen, görünmeyen birçok paravan şirket kuruluyor. Ne tesadüf ki Alcan Systems GmbH’ın mühendislikten sorumlu başkan yardımcısı Ahmet Akgiray. Akgiraylardan nemalanan tüm üst düzey kadro, hak gaspına sesi çıkan işçileri dizginlemek için el birliği ile çalışmayı sürdürüyor. 
BİMEKS YK üyeleri, satış koordinatörleri, hepsi Akgiray ailesi ile “gönül bağlarının” olduğunu söylüyor, işçilere sessizlik telkin ediyor. Bu gönül bağının köklerine inince karşımıza Işıkçılar tarikatının öğretisinin temelini atan Abhülhakim Arvasi ve ailesine ulaşıyoruz. Akgiray ailesi, Arvasi ailesinin ileri gelenlerinden sürekli fetva alıyor. Van’da hatırı sayılı güce sahip olan ailenin hükümet ile ilişkileri de yerinde. Aynı dönemde Akgiraylar, gayrimenkullerini şirket üzerinden kayıtlarını silerek  Arvasi ailesine aktarıyor.

*Yıl 2018. 
2 yıl boyunca işçiler mobbing ve baskılarla susturuluyor istifaya zorlanıyor maaşları ödenmiyor. Şirketin yönetim kurulu dağıtılıyor hissedarların hisseleri devir alınıyor, batan gemiden en son kaçanlar ise şatafatlı hayatlarını sürmek üzere yeni şirketler kuruyor.



Şirketin kilit ismi, BİMEKS’in pazarlama süreçlerini yürüten Mustafa Selçuk, Emniyet Teşkilatı mensuplarına yönelik oluşturulan “Tamamlayıcı Emeklilik Kurumu” POLSAN’ın başına geçiyor. 
Geride ise maaş ve tazminatlarına çökülmüş 1500 BİMEKS işçisi kalıyor.

Büyük vurgunda soyulan borsa mağdurları, iadesi kabul edilmeyen parasını ödeyip ürünü teslim alamayan müşteriler, ellerinde kalan franchise mağazalara para yatıran iş insanları da cabası. 
Gelinen noktada BİMEKS önce 2019'da borsa istanbuldan çıkarılıyor ve 12 nisan 2021 tarihinde İstanbul Anadolu 3. Asliye Ticaret Mahkemesi, teknoloji perakendecisi Bimeks’in iflasına karar veriyor.

BİMEKS'in ana karakterleri ise lüks ve saygın hayatlarını sürdürüyor. Vedat Akgiray, yalnızca Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü’nü kaybetti. Bir yandan üniversitede hocalığa devam edip diğer canlı yayınlarda Üniversiteyi temsilen Finans Profesörü olarak konuşmalar yapıyor. BİMEKS’in imajını kurtaran Ahmet Akgiray, Özyeğin Üniversitesi Elektrik Mühendisliği bölümünde ders veriyor, soygunda para aktarılan Alcan Systems’te görevi devam ediyor. Diğer taraftan Sanayi Bakanlığı’nın müjdesini verdiği Türkiye Uzay Ajansı’nın yönetimine alınmış durumda. 

1990 yılında Türkiye'nin ilk teknoloji mağazası olarak yola koyulan şirket 31 yıllık ömrüne tarikatlar, siyasi ilişkiler, lüks hayatlarından ödün vermeyen patronlar ve maaşları ödenmeyen mağdur işçiler sığdırarak tarihteki yerini almış oldu.

Kalın sağlıcakla...


katkılarından dolayı @dunyadanfinans hesabına teşekkürler.

14 Eylül 2020 Pazartesi

solipsist canlılar

 erkekler kadınlarda gençlik ve güzellik, kadınlar erkeklerde güç ve statü ararlar. kadın erkek arasındaki dinamiğin en basit özeti bu. ancak kadınlar her zaman doğalarına karşı bir savaş halindeler, buna da feminizm diyorlar. güç ve statü sahibi bir erkeğe aşık olmayı, yetersiz olduğunun kabulu, eziklik gibi görüyorlar ama bir yandan da bu kişilere karşı itiraf etmek istemedikleri şiddetli bir çekim duyuyorlar. dolayısıyla itiraf etmeyip yalan söylüyorlar. erkek milletinin bütün kızgınlığı bundan. bir insana yıllarca yalan söylenir ve o insan gerçeğin çok farklı olduğunu bir gün anlarsa, o insan kızar. hem de çok kızar.

güçten kastım yalnızca para, araba, ev gibi maddi şeyler değil; karakter olarak da stoic yani duygusal zayıflık göstermeyen, manipüle edilip, yönlendirilemeyen, kendi bildiğini okuyan, çizdiği sınırları aşan biri oldu mu onu siktir edecek biri olmaktan bahsediyorum. statü olarak da ceo falan olmanıza gerek yok, sadece en azından arkadaş çevrenizin saygı duyduğu biri olmanız gerekiyor. bunların yanında maddi gücünüz de varsa, bu dünyada bir kızdan çıkardığınız penisinizi daha kurumadan başka bir kız ile sevişebilirsiniz.
kadınlar böyle bir adam olup olmadığımızı ölçmek için bizi manipüle etmeye, saçma sapan muhabbetlerine kulak asıp asmayacağımızı görmeye çeşitli testlerle geldiğinde erkekler olarak tek yapmamız gereken onları ciddiye almamak. kadın bir erkeği manipüle edemediğini gördüğünde bozguna uğrayıp uğrayıp, tekrar denemeye bayılıyor. buna da heyecan diyor. kadın erkeği değil, o erkeğin kendisinde uyandırdığı çekimi seviyor.
zira kadınların bu anlattıklarımı kabul etmelerine, anlamalarına imkan yok, onlarla rasyonel bir tartışmaya girmek mümkün değil. kadınlar solipsist canlılar, kendi duygu durumlarının iyiliğini korumak dışında bir şeyle ilgilenmezler. misal geçtiğimiz günlerde bir kız bir de erkek arkadaşımla oturuyoruz, erkek arkadaşım bir aydır ilişki yaşadığı sevgilisinden ayrılmaya karar vermiş ama bunu ona nasıl söyleyeceğini düşünüyordu. tam o anda sevgilisinden mesaj geldi. yanımızdaki kız arkadaşımız dedi ki mesaja cevap verme ondan ayrılmak istediğini anlasın. tam bir solipsizm, tam bir empati yoksunluğu örneği. mesajına saatlerce cevap alamayan kızın neler hissedeceği umurunda değil. kendi duyguları dışında hiçbir şey kadınların umurunda değil.




28 Ekim 2019 Pazartesi

Ne acıdır var olmak...


Selam şuursuz,
Gücün kalmadığında ne olduğunu anlatıcam, dilim döndüğünce.

Tarz zannederler biri ötekinden farklı olan çoraplarını, oysa sabahleyin çekmeceden eline ilk gelen iki tek çorabı geçirmişsindir ayağına. Aynı çift çorap aramaya üşendiğinden.

Yıllardır aynı kıyafetleri giyersin, renkleri solsa da, içine biraz zor sığsan da. Neye isteğin ve gücün kalmıştır ki alışverişe olsun?

Senden önce biri asansöre binerse ya merdivenleri kullanırsın ya da çömelip ayakkabı bağcıklarını iliklersin. Sırf yirmi saniye kadar bir başka insanla muhatap olmamak için... Ayakkabı bağcıklarını da ilikliyormuş rolü yapmazsın, sahiden çözülmüşlerdir de, önceden görmene rağmen eğilip bağlamaya üşenmişsindir.

Çalan telefonlar kabusundur, cevap vermek istemezsin, zaten çoğu zaman da vermezsin. İlk yakalandığında neden telefonları açmadığını açıklamak zorunda kalırsın birilerine, kalp kırmamak için bir bahane uydurursun, inanmazlar ama inanmış gibi yaparlar, alışmışlardır artık bu haline. Güven vermeyen bir insana dönüşmüş olmak ne kötüdür.

Önceden pek yalan söylemezdin. Şimdi insanlardan kaçmak için uydurduğun yalanları üst üste koysalar, petrolcü Arapların diktiği gökdelenlerle yarışır.

Önceden isyan ederdin, bir şeyler anlatabileceğini düşünüp mücadele ederdin. Sonra bir nefret etme dönemine girdin, asla anlatamayacağını gördüğün için çaresiz bir sinirle etrafına saldırmaya başladın. Şimdiyse, hiçbir önemi kalmamıştır. Değil mücadele etmek, nefret etmeye bile değer görmeyecek kadar boşvermişsindir.

Artık kabullenmişsindir. Büyüdüğünden ya da olgunlaştığından değil. Boşverdiğin için kabullenmişsindir.

Önceden hayallerinin peşinden koşardın, çok da güzeldi hayallerin. Şimdi değil hayallerin için uğraşmak, asgari sorumluluklarını bile yerine getirmezsin.

İşe yaramazlığını artık içselleştirmişsindir. O kadar işe yaramaz hissedersin ki, annenin yanında gülmeye utanırsın, senin gülmeye hakkın olmamalı mücadele eden insanların yanında.

Özsaygını yitirmişsindir bir kere. Özsaygı bu, bekaret gibi bir defa kayboldu mu geri gelmez, ondan sonra ise "biri de bir, bini de bir" deyip salarsın kendini.
Önceden dibe vurduğunda sıkılırdın bu halinden, hayatı kaçırıyormuş hissine bürünmeyi kendine yediremeyip yeniden kalkardın ayağa. Şimdi dışarıda kaçan bir hayat olmadığını bildiğinden boşverirsin. Dip; artık vurulan bir yer değil, evin yurdun olmuştur senin.

Bir uyumayı, bir içmeyi çok seversin. İkisinin de ortak noktası, seni düşünmekten ve yaşamaktan uzaklaştırıyor olmalarıdır.

Her şeyin suçlusunun kendin olduğunu bilir ve kabullenirsin. Tüm bu lanet haline rağmen, seversin kendindeki bu delikanlı tarafı. Ne dış sebeplerde ararsın kabahati, ne  Allah vergisi tabiatında, zira böyle yapa yapa karakterini sen bu hale getirmişsindir. Hiç olmak istemediğin biri olmayı sen seçmiş, sen başarmışsındır.

Hayallerinin peşinde koşardın dedim ya önceden. Şimdilerde kendini bir anlık iyi hissettiğinde yine hayal kurarsın ama hayal ettiklerinin gerçekleşmesini istemezsin, ne kadar güzel olsalar da kim çekecek o kadar tantanayı, kim hangi güçle verecek o mücadeleyi? Hayal ettiklerinin gerçekleşmesinden çok onların hayal olarak kalmasını tercih edecek kadar bezginsindir artık.

Genelde hayal de kurmazsın zaten. Artık istemeyi bile istemezsin.

Aşkından dolayı ki geçici bir sarhoşluk halidir, bir hevesle sana yardım edeceğini söyleyen insanlar seni heyecanlandırmaz artık, zira adın gibi bilirsin böyle bir şeyin mümkün olmadığını. Çoktan anlamışsındır iki şeyi, ne sana katlanabilecek bir insan vardır, ne de sana senden başka yardım edebilecek biri.

Önceleri bir gün öleceğini düşünüp rahatlardın. Artık rahatlayamazsın, zira çok uzun süredir yerinde saymışsındır. Zaman hep yaptığı gibi ileri akmıştır, sense durarak geriye gitmişsindir. Bu halde Allah'a hesap veremeyeceğini bildiğin için "böyle ölemem" deyip gerçekleşmesini istediğin tek hayali kurmaktan da vazgeçersin. Ölmeyi istersin ama bu halde ölmek istemeyi istememen gerektiğini bilirsin.

Dilin varmaz söylemeye ama, o da biliyor ya içindekini, bazen Allah'ın olmamasını istersin. O olmasaydı da yok olabilseydik ne güzel olurdu, dersin. Ne acı bir yüktür senin için var olmaya mahkum olmak.

Özgürlüğe mahkum olmak  kolay , asıl zor olan var olmaya mahkum olmak.

Çok koyar verdiği sözleri tutamayan biri haline dönüşmek. Çok ama çok koyar Allah vergisi o kadar imkana ve kabiliyete rağmen kendi kaybedişini seyretmek. Çok düşünürsün sürekli nankörlük yaptığına son nankörlüğünü yapmayı, iki rekat namaz kıldıktan sonra. Hatta boş gitmesem mi diye düşünürsün, şöyle meydanlık bir yerde. Sus, sus, içindeki karanlık tarafı bilmesinler. Zaten hamurunda da yok öyle bir şey. Ama itiraf et, rahatlatır bazen bu düşüncelere kapılmak. Öyle düşünceler ki bunlar, hiçbir insan böyle şeyleri düşünmemeli. Daha da kötüsü, hiçbir insan ancak böyle şeyleri düşündüğünde rahatlayabileceği bir hale gelmemeli. Bu hale ancak senin gibi gerizekalılar düşer ama duygusal canlılarız işte, onlar bile düşmesin isteriz.

Edebiyat yaptığımı sanıyorsun belki, sanma, evim yıkılsa sokakta yatıp ölmeyi bekleyecek haldeyim, hatta bazı akşamlar eve dönmeye üşendiğimden öyle yapıyorum, epeydir. Bazılarıyla empati kurmak imkansıza yakındır, ben derdimi böyle anlatabiliyorum.

Bilmem anlatabildim mi ?



23 Ekim 2018 Salı

Bayan Dünya !

Siz olmadıkça ben başlıksız bir şiirim çocuklar,oldukça şiir bile değil, doldukça şehir..
Güneşli bir soğuğun sabahında, yarım ekmekle kahvaltısını yapmadan evden kaçan oyunları oynuyoruz, çocukları saydım herkes burda..
Ölümden bir ölüm ertesinde, yarı çıplak koynuma giren ecel, tamı tamına iki saatlik tanrı gösterisi, biri eksik..
Oyunumuzun adı yok ama aşk de sen, sen hayat de, sen yaşamak de..
Körpe umutların becerildiği pitikare kaldırımlarda, sana döngel kerhanesinin hayalimdeki sahnelerini çekiyorum, oyun bu mazur gör..
Işıkçı henüz yok, güneşin doğmasını bekliyoruz hep beraber, yüzümüzde tatlı bir bekleyiş, el sallayacağız merhaba dünya, merhaba güneş! Merhaba çocuklar!
Kazma,kürek,halat,hal hatır hepsi avuçlarımızda ve bütün derin nefeslerimizi tutuyoruz, terleyeceğiz , yorulacağız ama devrilecek muallanın surları..
Yıkılan surlardan birer kare alacak herkes ve her bir fukara kapısına beyaz kağıtlar içinde paketleyip kaçacağız, kaybolan düşlerin yapbozu! Seviyoruz bunu, tamamlamaya öncelik..
Geceden kalma yatak kırışıklarının üzerine ütülü gömleklerimizi de armağan edeceğiz , barış sembolüdür sevişikliğinizin.. Savaş sebebidir değişikliğiniz..
Islık çalmasını iyi bilen bir çocuk önümüzde yürüyecek, politik bir melodi değil, yorgan altı bir çığlığı duyarsak , boğulursa bir yaşam daha kıçı kırık pire yüzünden gözümüz kararır, çal çocuk ıslığını, çağır güneşi.. İçli çal, yanık oku..
Çocuklar isterse, çocuklar severse , çocuklar ölürse bir hayatı bulur avuçlarında ezgisini yitiren besteler.. Biz küçüğüz, dünyamız kadar küçücük, bebek elleri kadar minicik..
Şu geleceğin içinin boş olduğunu bilmesek, oturup inanacağız ders çalışacağız hatta , eğitim sistemini çökertmeden , doktorlar öğretmenler olarak dağıtacağız surlarımızı..
Çocuklar, ah çocuklar, bir geleceği bir bilgiyi elinin tersiyle itip ne de güzeldir oysa dersi kaynatmak..
Sizinle bir dirilişi , bir aydınlığı canlandırıp bütün sokak lambalarının içine güneşi saklayacaktık biz gece ve gündüz eşit olmalı hülasa..
Engelsiz bir çukura, apansız bir hastalığa yahut bir maganda kurşunun tam ortasına bir alın düşmesin diye gözlerinizde milatlandıracaktık, midesi bulanıklığını anarşizmin..
Sizler mazoşist,sizler sadist, sizler paranoyak veya şizofreni olmayın diye siyahı öğretmeyecektik dilinize..
Eliniz silah,eliniz bıçak tutmasın diye herşeyi ölümsüz olarak anlatacaktık kalbinize..
Ayşeler, fatmalar,mehmetler..
Siz hapishanelerle çürümeyi hiç tatmayın, cam kenarı söylenen bir türküde içiniz yanmasın diye suyun saflığını gözlerinizde buluşturacaktık.. Tanışın içinizle!
Kader sizi eline almasın,siz kaderi elinize alın diye ellerinizin ne kadar büyüyeyebileceğini anlattık, bir defa açılan kucağa koca bir dünyayı sığdırabileceğinizi anlattık , gözlerinizin dünyadan daha büyük olduğunu anlattık, anlamadınız , anlamadınız , anlamadınız!
Hiç bir romanda kahraman, sevdiğine kavuşmayacaktı çünkü dram kalbin tam ortasından yaralamak için en iyi ritüel kavram dedik , dinlemediniz!
İstedik ki romanları düşleyip, normal hayatınızı dram rütbesine eriştirmeyin, acıyı gözlerinize iliştirmeyin, sancı karnınızda yer etmesin, kahır dolmasın mektubumuz..
Sessiz sedasız terketmeyin mahalleyi, şehri sessiz bırakmayın, sedaları gökyüzüne ve edaları dişinize takın istedik, küfür edin ama ananızı karıştırmayın dedik , vedaları sevmeyin, salalara şükredin , gözlerinizi terletmeyin istedik..
Bizim suçumuz, biz hep söyleyip hep istiyorduk..
Terkediyorduk, aşkları, sokakları , yaşamı..
Susun, hepiniz susun, sitemlerinizi ikinci el pazarına saklayın..
Biz hep beraber istedik, hep birlikte yarattık dünyanın yeni halini, değiştirebiliriz..
İnanmakla başlayalım evvela , dramıyla , kavgasıyla. Bu dramda bizim , kavgada..
Şimdi dağılın, oyun bitti.
Siktirin gidin maskelerinizin altına..
Yarın görüşmemek üzere, gözlerinden öpüyorum bayan dünya..



28 Ağustos 2018 Salı

Yanlızca Dünya'ya Bir kere Geliyor İnsan.

Selam şuursuzlar,

Evlilik hakkında ki düşüncelerimi biliyorsunuz az çok. Velhasıl şu kızların "ama aşkomm ben bir kez evleniyorum şımarıklığı" artık bir son bulmalı... tamam anladık bi kere evleniyorum diyerek damat beye duygusal sömürü yapıp kanına giriyorsun ama acaba erkekler yüzkez mi evleniyor ?

Ayrıca "bir kere evleniyorum aşkom yooaa, herşey hayalimdeki gibi olmalı" diyerek damat bey'i binlerce lira borcun altına soktun peki ya o düğünden 1 hafta sonrası düşündün mü hiç şımarık kız?
Balayı bitmiş evde sabah sabah seda sayan izleyen kadınsın artık haftaiçi... nerde o geçen haftaki prenses lan?bu mu rüya gibi hayatının başlangıç haftası? bu yüzden mi bacağım kadar borca soktun o adamı? hay peri masalınıza sizin.
hep bunlar tv ve sosyal medya yüzünden hep. görüyorlar demet akalının yada bir holding sahibinin çocuğunun düğününü falan, özeniyorlar. birisinin bunlara Türk erkeklerinin çoğusunun karun kadar zengin olmadığını, hiç azımsanamayacak bir kesimin düğünü bankadan kredi çekerek yapıp 3-4 sene onu faizi ile ödediğini hatırlatması lazım.
Hayır desen ki kız tarafına " bana kredi çıkmıyor siz çekin ben öderim" vallahi anında toz olurlar. ee hani bir ömür hastalıkta sağlıkta birlikte olacaktık kredi lafına duyunca kaçtınız?
He aradan 3-5 ay geçtimi de kadın tarafı başlıyor " yok kocam eskisi gibi değil yok kocam artık çok değişti" ee ne olacaktı yapraamm? adamı o kadar borcun altına soktun doğal olarak o borcun o banka kredisinin getirdiği sinir ve stres o adamı etkiliyecek.
sonra vay efendim boşanma oranları şöyle, yok evlilikler ayakta kalmıyor yok ocaklar sönüyor.

ya ne olacaktı? düğün gününü böyle isteyen insan, senin maddi duruma bakmadan sırf eşe dosta hava atacak diye sana binlerce lira harcatan insan iler ki dönemde kötü günlerde yada maddi zorluk çektiğiniz dönem de yanında durur mu? .
paraçokomel işte.

Yalnız , çalışan işinde gücünde olan kadınları tenzih ederim, zira çalışan hatun paranın kıymetini bilir, böyle şımarıklıklara girmez.
sırf bir gelinliğe yumurta kabuğu beyazı değil de buz beyazı diye ya da duvağı biraz daha cafcaflı diye damadın bi dünya fazla para ödemesini isteyen ve hayatta o erkeği kendine aşık etmekten başka hiç bir başarısı olamamış kezbanlara sözüm.

son olarak, yanlızca dünyaya bir kere gelir insan , her şeyin ikinci bir şansı varken.


selametle...


17 Nisan 2018 Salı

Sorun Sende !


Merhaba kaynatasızlar,

Devletin elinin değdiği yerde liyakat olmuyor, insan ilişkileri ve otoritenin ideolojisine sadakat belirleyici kriter oluyor. Özel sektörde kar maksimizasyonu amaç edinildiği için liyakat daha iyi işliyor fakat maliyet minimizasyonu adına, çalışan birçok ağır sorumluluğa mahkum edilip hayatını yaşayamayacak denli sömürülüyor.

Yetenekli insanların değil; tembelliği ve vasıfsızlığıyla var olabilmek için karaktersiz olmaya mahkum olan orospu çocuklarının kaybettiği ve bunalıma girdiği bir dünyada yaşasaydık her şey ne farklı olurdu. Lakin bu hiçbir zaman mümkün olmayacak.

Ben bu sorunların kökenini sistemlerden çok insan doğasında arıyorum.

Misal Fight Club'da kapitalizm-anarşizm çatışması üzerinden verilmek istenen bireyci bir mesaj var: Kapitalizme isyan edenler de bir süre sonra kendi sürülerini oluşturuyorlar, zira kendine mürit arayan Tyler, mürit seçiminde kapısının önüne dizilen herkesin egosunu incitecek küfürler ediyor, sadece sağlam bir benlik sahibi olmayanları bu sürüye dahil ediyor, tıpkı bizdeki tarikat, dergah ve siyasi partiler gibi... Hatta filmde ölen tek kişi şişko Robert Paulson'du ve anlatıcı (Edward Norton) da bu ego incitici seçim esnasında pes edip evine dönmek üzere olan Robert'ı "bunların hepsi numara, biraz daha sabret" deyip ikna ediyordu, sonucunda filmde ölen tek kişi de Robert oluyordu, belki de yeterince ego sahibi olduğu ve karakterli bir insan olduğu için iyi bir mürit olmayı başaramayıp kolektif bir eylemde ölmüştü. Müritlik, haysiyeti ve karakteri olan insanlara uygun değildir. Filmin ilerleyen bölümlerinde de Edward Norton artık işlerin çığrından çıktığını; Tyler'ın kurduğu anarşist ekibin de kayıtsız koşulsuz mürit olan bir sürüye dönüştüğünde fark ediyor, tıpkı kapitalist düzene ve otoriteye mürit olan sürü gibi...

Her siyasi ve ekonomik sistem kusurlu olmaya mahkum olacak ve bu zorunlu kusurluluğun sebebi tamamen insan doğasında. Determinist yaklaşmıyorum, zira böyle olmayı seçen insanların çoğunluğudur, çoğu insan özgür iradesiyle karaktersiz olmayı seçiyor. Bir kesimin nefret ettiği, bir kesimin taptığı liderler sadece popüler örnekler ve günah keçileri. Zira bu adamlar da bizim, insanların arasından çıkıyorlar.

Kolektif bir kurtuluş hiçbir zaman olmayacak, ancak özgür iradesiyle karakter sahibi ve üretken olmayı başaranlar birey olarak kendini kurtarabilenler olacak. Bu insanlar liyakatın işlemediği, işlese de çarpık işlediği bu toplumda daima diğer insanların saldırısına uğrayacaklar. Çünkü tek başlarına var olabilmek için diğer insanlara dalkavukluk yapmaya ve kolektif hareketlerin bir parçası olmaya mahkum olan bu kıskanç yeteneksiz sürüsü, yok olma korkusuyla daima kendi varlığına tehdit oluşturanlara karşı saldırgan olacaklar.

Bu, ömürleri leş kitle ile mücadele ederek geçmiş olan ve bu sebeple çoğu zaman üretkenlikleri ve hayatları zedelenmiş olan cesur ve güçlü insanlar olmasaydı, belki de şu an insanoğlu olarak karnımızı doyurmak için hala kesici aletlerle ava çıkıyor olurduk.

Ne ekonomik ya da siyasi sistemler, ne de kötü liderler bunun sorumlusudur, çarpık oldukları için elbette karakterli insanlar bunlara karşı çıkmalıdırlar, lakin bunu yaparken esas sorunun birey bazında insanlardan kaynaklandığını bilmeliler.

Bunları söylerken, insanlığa faydası dokunan her insanın, diğer insanlardan faydadan çok zarar gördüğüne adım kadar eminim.

Halka rağmen, kendiniz için bir şeyler yapın. Ben pes etmeye meyilli güçsüz bir insan olsam da, belki de bu yönde tavsiye vermeye yüzüm olmasa da, ölümün olduğu dünyada karakterli durup iyi işler yapın demekle yükümlü hissediyorum kendimi.

Ölüm var, karakterli olun. Ölüm var, iyi işler yapın. İnsanlara rağmen.

"...Allah, bir toplumun mâruz kaldığı şeyleri, onlar, birey olarak içlerindekini/birey olarak kendilerine ilişkin olanı değiştirmedikçe, değiştirmez." - Rad 11'den

Saygılarımla.




12 Şubat 2018 Pazartesi

Unutuyorum ama , bazen ...

o kadının unuttuğunu biliyorum artık,
hem o kadın, hiç düşünmezdi kendini , gerçi o bunu bilmiyordu.
olduğu gibi kendini, içimde unutmasına ben de kızdım tabi.
ama buna ben izin verdim.
ulan ne çok babama benzedim,
hem izin verip hem kızıyorum.
o kadar olmaz be dedim,
yuhh sana dedim,
zaten ben hep derim.
ama artık önemsemiyorum, dediklerimi de unutuyorum iki dakika sonra...
bu kadının yüzünden hakim bey...
ne hakimi yahu, neyse.
ne demiştim?
ha demiştim ki , zaten ben hep derim böyle...

iki kadeh rakı ile akordunu yaptıktan sonra gırtlağımın,
tahtası çürük kemanda kendi kendine bir şeyler söylemeye başlıyor.
ona da kızarım, eşlik ederim .
hatta iki kadehin üstüne meze olsun diye ,
şarkı bile söylerim.
kavga ederiz bazen şarkı beni söyler,
ki bazıları var arasında dinime imanıma bile söver.
üstümü başımı yırtar bazen de şarkılar.
üçüncü kadehe saygısızlık olmasın diye,
gider üstümü başımı değiştiririm ben...
kollarımı kaldırırım ve yüzümü eğerim yere doğru,
boynu dar yoksa giyemiyorum kazağı.
yere takılır gözlerim bir süre, yere atılırım.
o halı,
halı desenleri,
garip şekiller,
bu halıyı ne zaman almıştım ben?
dedim ya unutuyorum,
sen bu halıya mı basarak gitmiştin?
kollarımı indiriyorum kaldırdığım yerden,
kaldığım yerde kolumu da unutabiliyorum...
ulan sen yoksa bu kapının mı kolunu kırdın giderken?
duvardaki saatte ne garip bu aralar,
bazen o salak da bana benzemeye çalışıp unutuyor kendini.
hep aynı yerde takılıp kalıyor,
sen o saatte mi gittin? hatırlamıyorum ki...
dedim ya ben de takılıp kalıyorum yere.
kafamı vurduğumdan olsa gerek hatırlamayışım...
bazen ayağımı takıyorum telefon kablosuna, sesin düşüyor.
bazen de seninkilerin dizini kırıp sesine takıyorum ayağımı,
en azından benimkiler senden daha yavaş gidiyor,
birden gitti mi sesin, sesim kesiliyor,
sonra onu da unutuyorum ya neyse, saçmalık bu...


kalkıyorum zar zor,
ayakkabılığa bakıyorum sonra, buradan mı aldın sen ayakkabılarını?
ben yalın ayağım da bu ayakkabılık bile sarhoş olmalı...
almış üzerine bir sürü ayakkabıyı giymeye çalışıyor, vay salak vay!
o öyle mi olur hiç dedim hepsini attım üzerinden.
bizim mahalle buna cinnet diyor, anlamıyorlar!
ayakkabılık bile bana benzemiş, bir sürü bağ dolamış boynuna intihar ediyor...
ki ben bunu onun yüzüne de söyledim, bak yavrum! birden fazla intihar gerçekten giyilmiyor.
neyse işte kadın bazen sarhoş oluyorum , elimde değil...
kısık sesli küfürler ediyorum , kemanlar şarkılar hep birlikte kor oluyoruz,
akordu yapabildiğim zaman koro olduğumuz da oluyor,
ama merak etme iyiyim sevgilim, anormal bir durum yok.
içiyorum bildiğin gibi... 
bilmediğin gibi sarhoş oluyorum,
bazen açamıyorum rakı şisesini ve kendimi,
şişeyi kafasından bıçaklarken yakalıyorum...
kendi kendime kumar bile oynuyorum artık...
herşeye bir kulp bulmuyorum,
intihar etmeyi falan da bıraktım...
kumar blöf işi sevgilim,
söyle bakalım ne var elinde,
beni elinde as!
neyse bazen bir iki harf de unutuyor olabilirim,
benim elimde as var,
ulan bak yine unuttum!
benim elimde aşk var!
-heh, oldu...

gülme, biliyorum kaybedeceğim...
hem ben bazen kaybettiğimi bile unutuyorum...
unutuyorum ama, bazen ...